Blog

2021’den 2022’ye

Bir yıl daha bitti… 2 gün sonra tarih yazdığım her kâğıtta 21 yazıp silecek olmanın dışında değişecek bir şey yok aslında. Ama insanız işte! Sanki çok matah bir şey olacak gibi giyinip süslenip eğlenip çığlıklar atarak karşılarız yeni yılı. Şanslıysak sevdiğimizin dudaklarının sıcaklığıyla bitiririz 10’dan geriye saymayı. Ertesi gün kalktığımızdaki o hangover hissiyle zaten 1 Ocağı hiç yaşamadan kendimizi yılın 2. gününde buluruz bile. Sonra hayatımızın akışına göre ya çok hızlı ya da çok yavaş geçer yılımız ama ne olursa olsun geçip gider işte.

Yılı bu zamanlarında geçirdiğim 365 günü değerlendirmeyi severim ben. Yaptıklarım, gittiğim yerler, aldığım şeyler… Bakarım bir önceki yıl neyi hedeflemişim, hangisine ulaşmışım ya da yanından bile geçememişim.

Bu zamana kadar yeni yıldan beklentilerimi hep maddi, hep alınacak şeylere odaklı bir şekilde yapmışım. Bunu yıl için beklenti- hedef, adına ne derseniz deyin- oluştururken fark ettim. Çünkü bu yılkiler çok farklı. Bana özel, benim için. Hedef; benim…

Hayattan tüm beklentimi bu yıla yüklemiyorum. Ama çok kritik ve önemli bir araç yılı bu yıl benim için. Büyük hedeflerime, hayatımın yönünü değiştireceğim hedeflere ulaşmamı sağlayacak yıl olarak kabul edip, çalışmalarımı, ilerlememi ve değişimimi gerçekleştireceğim yıl olarak çok beklentim var bu yıldan.

Zaten değişime 2021 yılının ağustosu itibariyle başlamıştım. Farklılaşmaya, dönüşüme başladım ama 2022 yılının bana iyi geleceğini hissediyorum. Filizlendim büyüyüp çiçek açacağım yılın bu yıl olacağını biliyorum. Çiçek açmam lazım ki sonraki yıllarda meyve verebileyim.

Önümüzdeki günler için heyecanlıyım, her uyandığım yeni gün yaşanacaklar için sabırsızlanıp, her biten gün yaşadıklarıma şükredeceğim.

2022’nin benim dönüşümümü destekleyen bir yıl olması için elimden geleni yapacağım!

DÖRT MEVSİM

Dört mevsim yaşadık seninle… İlkbaharı da kışı da yazı da sonbaharı da gördüm seninle…

Bir ilkbahar günü başladı aşkımız. Yeni açan çiçekler gibi, yapraklar gibi günden güne filizlendi. Ruhumuz güneş gibi ışıl ışıldı, kalplerimiz de ısınmaya başlamıştı birbirine… içimiz sığmıyordu içimize, yere göğe haykırmak istiyorduk aşkımızı.

Ardından yaz geldi… Ayrı düşmüştük bir süre için. Sensizlik sıcak kadar bunaltıcıydı, özlem ise güneş kadar kavurucu. Sen de aynı duygular içindeydin. Yine de pırıl pırıldı ilişkimiz, gökyüzü gibi bulutsuzdu…

Sonbahar geldi. Yapraklar sararıp dökülmeye, yağmurlar yağmaya başladı. Hüzün vardı mevsimde ve bizde de. Her şeye rağmen birbirimizden kopamıyor, her yağmur damlasında daha çok anlıyorduk birbirimizi sevdiğimizi. Bazen gökyüzü gibi ağlıyordum bende, belki de sen de…

Kış geldi en nihayetinde; soğuk, kötü ve bunaltıcı bir havayla. Varlığınla ısındım, bakışınla, dokunuşunla, sesinin verdiği güvenle. Isıttık birbirimizi sevgimizle..

Tekrar ilkbahar geldi sonra. Ama beraberinde umut, neşe, mutluluk getirmedi gelirken. Kocaman bir hüzünle geldi ilkbahar… Ayrılıkla geldi…

26 Mayıs 2010 – Çarşamba

8 Mayıs 2009

Artık kalbim biri için atıyor, uyandığımda ilk aklıma gelen o, nolur o da beni sevsin diye dua etmiyorum. Seviyorum ve seviliyorum. Mutluyum hem de çok mutlu. Korkmuyorum..

İlk defa böyle bir şey geldi başıma..

Anlatamıyorum halimi, kelimeler yetersiz kalıyor.

Kalbim bir kelebek gibi pır pır…

Yüzümde aptal bir gülümseme.

Tabi bu çevreme de yansıyor.

Hayat çok güzel, hele yaşamak apayrı bir duygu!

Galiba ilk defa bu kadar yaşamak istiyorum, O’nunla…

Hani ‘bundan sana zarar gelmez’ derler ya işte öyle biri.

Hiçbir zorlama yapmayacak, sahiplenecek, koruyacak, beni ben olduğum için sevecek biri.

Hayatta yapmam dediğim bir şeyi yapmama sebep olacak biri;

Onur!

(8 Mayıs 2009’da günlüğüme yazdığım yazı)

Gaza Bas!

İnsan… Ne garip varlık… Üç hafta öncesine kadar kendimi değişmiş, dönüşmüş ya da olgunlaşmış – adına ne derseniz deyin- zannetmiştim. Ve evet gördüğüm o ışık hüzmesiyle dışarı çıkacağım ve oh en doğal haliyle ‘Ben’e ulaşmış olacağım. Yine yanıldın be Selo.

Hayat bir akış, her şey akıp gider… sen istesen de istemesen de zorlasan da zorlamasan da yerinde dursan da koşsan da her bir şey akar ve gider. Problem aslında nereye aktığı değil ben ama ben hep buna odaklanıyorum. Sonunu, sonrasını çok ötesini düşünüp kaygılanıyorum, gerçekleştirmeyeceklerime üzülüyorum, engel olan her şeye sinirleniyorum. Peki ya süreç? O yolda yaptıklarım? Çabalarım, öğrendiklerim, dersler çıkardıklarım?..

Yani anlayacağınız kendime hala iyi davranamıyorum. Her şey mükemmel olmak zorunda değil, bir iş için her şeyle donanmış biçimde başlamak zorunda değilsin.

Adımı at! Hele bir akış içine gir! Otoban kenarında arabalar geçerken kenarda durup her geçen arabayı saymak zorunda kalma! Sen de o arabalardan biri ol. Gideceğin yere ulaşman önemli değil, kaç kilometre hızla gittiğin hangi renk model arabayla olduğun ya da araçta yalnız olup olmadığın önemli. Ama yeter ki sen sürücü koltuğunda ol ve artık gaza bas ve araban hareket etsin..

1.ay

Ne oldu bana yahu! Aklım başıma mı geldi, kafama taş mı düştü, sihirli bir değnek mi değdi bilemiyorum ama vallahi bana bir şey oldu. Ama ne olduysa o kadar güzel oldu ki…

Son 1 aydır başka biri gibiyim, Selen’im ama eski Selen’den çok farklıyım.

Bir kere hala düzenimi koruyorum meğer kendini zorlamadığında düzene oturuyormuş her şey. E haliyle de istendik sonuca ancak böyle ulaşılıyormuş. Birer birer eksiliyor tartıda rakamlar… Yeme kalitesi de artınca hafiflik de arkasından geliyor tabi.

Bir de uykum değişti. Çok değil 1 ay öncesine kadar benim uyumak için yapmadığım şey kalmıyordu. Uyku öncesi rutinleri mi dersin, kulağıma tıkaç takıp uyumaya çalışmak mı, yastığa lavanta yağı damlatmak mı dersin yapmadığı şey kalmayan ben bu sıralar oturduğum yerde uyumamak için direnir hale gelmiş durumdayım.

Ama en en önemlisi içsel bir farklılık yaşıyorum. Bunu henüz tanımlayamam anlatamam ama davranışlarım duygularım düşüncelerim… Karanlığın içerisinde nokta kadar ışık gördüm sanki. İstiyorum ki hemen koşayım karanlığı ardımda bırakıp ışığa kavuşayım. Ama artık biliyorum ki makbul olsn bu değil. Yavaş yavaş atacağım adımlarımı, her değişimimi fark ede ede, sindire sindire…

İyi Ki Doğdum!

1 Mart.. bugün doğum günüm. Doğum günlerinin bir önceki ya da sonraki günden ne farkı var hiç anlamadım. İnsanı devirdiği gün sayısı değil yaşadıkları değiştiriyor. Bazen yıllar geçiyor ama yerinde sayıyorsun, bazen bir an yaşanıyor üç doğum gününe bedel. Bu yıl öyle bir yıldı.

Bu yıl aklıma dahi getiremeyeceğim şeyler yaşadım, yaşadık. Oysa ne güzel geçmişti geçen sene doğum günüm. Sevdiklerim, müzik, eğlence, pastalar ve dilediğim dilekler… Üflerken dilediğim hiçbir dileği gerçekleştiremedim. Hoş , şuan olsa hiçbirini dilemezdim.

Bu yaşımda çoğu şeyin kıymetini anladım ama çok fazla da şey tecrübe etme şansım oldu.

Çok gezemedim belki ama çok okudum çok izledim çok düşündüm…

Özledim; istediğim saatte dışarı çıkabilmeyi, ailemi, tatilleri… Ama çok da hoşuma gitti mesela temassız yaşamak, evde kalmak, kendimle olmak…

Kendime iyi davranmadığım bir yaş oldu mesela ama yine kendi değerimi en çok bu yaşımda anladım.

Kendim için neyin doğru neyin yanlış olduğunu kavradığım, kavramakla kalmayıp doğrusunu yapacak gücü, isteği ve iradeyi bulabileceğim, ruhumun çocuk, zihnimin olgun, bedenimin yaşımı yansıttığı, sadece mutluluktan gözyaşı dökeceğim, daha çok sosyalleşeceğim, asla dediğim çoğu şeyi yapıp zincirlerimi kıracağım ve kendime daha iyi davranacağım bir yaş diliyorum.

İyi ki doğdum! 🌼

İyileşiyorum.

Merhaba yeni gün!

Sabahın 9’u, işteyim. Camdan dışarı bakıyorum. Bugün hava soğuk ama güneşli. Güneşli  olması çok da umurumda olan bir şey değil bu sıralar. Benim içim bahar bahçe…

Birkaç yıldır devam eden, beni günbegün içine alan, kendime güvenimi sarsan kendime karşı olan direncimi kırıyorum. Hissediyorum. Kendi kendime taktığım prangalarımdan kurtuluyorum sanırım.

Nasıl başladı henüz bilmiyorum, ama her bir gün ‘Yapacağım!’ diye başlayıp her yapamadığımda biraz daha güvenimin kırıldığını biliyorum. Kendime çok kızdığımı, kızdıkça ağlayıp küstüğümü biliyorum. Her geçen gün kendime inancımı yitirdiğimi, yitip gittiğimi biliyorum.

Bunun için profesyonel destek almaya başladım. Belki onun sayesinde, belki canıma tak etti artık, belki olgunlaştım büyüdüm… Her neyse… Nasıl başladığını bilmiyorsam şuan ki duruma nasıl geldiğimi de bilmiyorum.

Daha yolun başındayım. İnanır mısınız aslında ‘söylemesem mi’  diye düşündüm nazara inanırım çünkü. Ama bu yazıyı kendim için buraya koyayım ki göreyim. Bir gün yine kendimi çekersem karanlıklara bu yazı hatırlatsın bana şuan yaşadığım duyguyu istiyorum.

Heyecanlıyım, sabırsızım, içim içime sığmıyor. Hemen aylar sonrasına gideyim de sonucu göreyim istiyorum, emeklerimin karşılığını alayım…

Hayatımın en zorlu sürecinden psikolojik olarak çıkıyorum galiba, sırada bu güne kadar bu yıkımın sebep olduğu enkazı toplamak, onarmak, belki de eskisinden bile daha iyi hale getirmek var.

Çabalıyorum, yemin ederim çabalıyorum. Bu sefer yalansız dolansız, bırak başkasına yalan söylemeyi kendime bile dürüst olarak ilerliyorum hem de… Başkasının bana ‘Aferin be Kızım!’ demesini beklemiyorum, kendimi takdir ediyorum.  Kendime daha fazla haksızlık etmek değil, hak ettiği değeri vermek istiyorum.  

Olacak, bu sefer olacak… Hissediyorum.

Bir Anlık, Sonrası Yok

Anca kendime gelebiliyorum. Ne oldu, nasıl oldu ne ara oldu, ne yaptım hiç bilmiyorum. Çok korktum her saniyesinde yaşadığım korkuyu hatırlıyorum ama ne yaptım, bilmiyorum.

Evet İzmir’deki depremi iliklerine kadar hissedenlerden biriyim. Tüm o korkuyu… Buraya kadarmış dedim, öldüm, bu yaşıma kadarmış ömrüm dedim. Çığlıklar attım. Durmadığı her saniye, her artışında sarsıntının biraz daha bağırdım avazım çıktığı kadar. Okuldaydım ama o an yalnızdım. Tek hatırladığım birinin varlığını hissetmekti. Biriyle göz göze gelmek. Bilmiyorum belki de abartmadığımı başkasının da gözlerinde o korkuyu görmek istedim… O an kendimi korumak aklıma bile gelmedi açıkçası. Kalkıp çığlık ata ata koridora çıktım. Müdür odası yan odamdı umudu orada aradım. Ve evet, birileri vardı ve benim gibi korkmuşlardı, gördüm gözlerinde. Nihayet müdürümden gelen komutla kendimi korumam gerektiğini fark edip çömeldim, sonrasında fark ettim, cam kapının önünde duruyordum ve bir elimle de gidip gelen kapıyı tutmaya çalışmıştım. Ne acı… Sonra sanıyorum ki sarsıntı bittiği için müdürüm korunduğu yerden çıkıp çömeldiğim yerden beni kaldırdı, yangın merdivenlerine beni yönlendirip öğrencilerin yanına gitti. Merdivenlerden inmem gerekiyordu ama ayaklarım o kadar titriyordu ki basamağı bulamadım. Bir kaç öğrencinin sesini duydum yanıma geldiler ve kol kola birlikle bahçeye ulaştık nihayetinde. Öylece durdum, neden sonra bana su getirdiklerini fark ettim, elimin titremesinden dökülmeyip kalan bir kaç damla suyu içtim. Sonra etrafıma baktım. Bir sürü öğrenci vardı, korkmuşlardı, o an kendime geldim. Düşündüm, eşim işe gitmemişti, evdeydi. Annem babam arkadaşlarım… O arada eşim aradı, iyiydi, ‘evde her şey devrilip kırıldı.’ dedi.

Sonra aklıma gelen herkesi aramaya çalıştım. Hat düşmüyordu tabi ki. Whatsapp’tan aramamı söylemişti eşim, o da öyle yapmıştı. Aradım; annem, babam, bir kaç arkadaşım. Evet hepimiz iyiydik. Sonra arayabildiğim kadar velimi arayıp öğrencilerimle konuşturmaya, iyi olduklarını bilmelerini sağlamaya çalıştım. Sonra bir yerlerden öğrenenler evlerin yıkılmış olduğunu söylediler. O an işte… Acı o an geldi.

Herkes benim, bizim kadar şanslı olamamıştı. Ben son diye düşünmüştüm ama gerçekten ‘son’ olanlar vardı. Allah’ım ne büyük acı ! Bildiğim yerler, geçtiğim gördüğüm binalar tuzla buz olmuştu. Canlar altındaydı.

Az önce 3 yaşındaki Elif’in 65 saat sonra kurtarıldığını öğrendim.

Acımız çok büyük, binalarımızdaki çatlakları halledeceğiz elbet ama ruhumuzda bıraktıkları hiç geçmeyecek… 30 Ekimi hep içimiz yanarak hatırlayacağız.

BİLMİYORUM

Uzun zamandır yazmıyorum. Hatta itiraf edeyim sayfaya bile girmiyorum. Günler birbirini kovalarken, yaşanan farklı bir şey yokmuş gibi gelirken bana sonraları fark ettim ki her gün bir diğerinden daha da berbat aslında. Ne yaşıyoruz biz, ne haldeyiz diye düşünmek kederlenmek ayrı bir de kişisel problemlerim arasında boğulur durumda olmuşum. Kişisel problem dediğim de işte bakmayın. Allah başka dert vermesin denilenlerden ama işte herkese kendi yarası en ağır görünür. Bir problemim var. Bilmiyorum problem mi ama hayatımı zorlaştırdığı için ben problem olarak değerlendiriyorum onu. Aslında 2 yılı geçti bu durumda hissedeli kendimi. Önceleri görmezden geldim sürekli bahaneler uydurdum ama artık kabullenme ve çözüme kavuşturma aşamasına geldiğim için dillendirebiliyorum.

Kilo alıyorum. Önlenemez ve durdurulamaz şekilde… Öyle aldığı 5 kilo için tantana yapanlardan değilim emin olun. Onlarca kilo diyebileceğim türden kilolar. 56 kiloyken işler kolaydı. Bir kaç kilo bir kaç kilo derken sürekli bahanelerin arkasına sığındım. Ay yaşadığın yer değişti ondan aman evlendin rahatladın ondan ay işin stresli stres atmak için yiyorum ondan aman istesem veririm aman derken ohooo baktım ki bunların bir sonu yok. Neyse mevzuyu uzatmayayım. Bir şekilde kendimi bu konu hakkında bir uzman desteği almaya ikna ettim. Çünkü hiçbir sağlık problemim yok sadece yiyorum ama yememe engel de olamıyorum. Yaklaşık 1 ay önce uzmana başladım. Artık kilolarımdan kaçmak yerine onları bırakmayı deneyeceğiz dedi. sınır koymadan yeme aşamasındayım şimdi. Hayatta hiç kendimi bu kadar kötü hissettiğim bir dönemim olmamıştı. Tabi ki balık burcuyum havadan nem kapıp kendimi dertten derde vururum ama hiç kendime bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum.

Sanki karşıya geçtim ve kendime karşıdan bakıyorum. Karşımda gördüğüm eskiden kendini güzel hisseden kıza bakıp acıyorum. Kendime acıyorum. Bilmiyorum… devam edeceğim mücadeleme ama sonucundan emin değilim ve korkuyorum. Umarım kendimi tekrargüzel hissettiğim günler yaşayabilirim.

Bunu buraya neden yazdım onu da bilmiyorum. Aylarca kendime bile itiraf edemediğimi burada paylaşıyor olmam bir kabulleniş mi, direniş mi, çözümleniş mi bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var. Aldığım desteğin işe yaramamasından çok korkuyorum..

OKUMAK

Kitap okumayı çok seven biri olarak bir süredir bu alışkanlığıma ara vermiştim. Sanırım dizi-film izlemek kitap okumaktan daha pratik gelmişti. Tekrar aldığım bir kararla tekrar rutimin arasına sokmaya çalışacağım.

Okumanın her türlüsü güzel. Alışkanlık haline getirip severek okumak istiyorsak illa klasikleri ya da tarih kitapları okuyacağız diye bir şey yok tabi ki. Kitap okuma alışkanlığı değil ‘okuma’ alışkanlığımızın olması lazım. Eminim çoğu kişi bu yazının sonuna ulaşamadan bırakacak okumayı. Görsel her zaman daha kolaydır. Ama bize artı katacak olan okumaktır.

En başta okumak kelime dağarcığımızı geliştirerek ve sosyal hayatımızda daha etkili ve akıcı konuşmamızı sağlar. Kelimelerin kullanım şekillerini ve yazılışlarını öğrenirsek daha az yazım ve anlatım hatası yapmamızı sağlar. Okuduğunuz şeyi kendi zihniniz aracılığıyla canlandırıp görselleştireceğiniz için hayal gücümüzün kuvvetlenmesini sağlar. Ve ne olursa olsun okuduğumuz şeyden mutlaka bir şeyler öğreniriz ve hiçbir bilgi almadığımızı düşündüğümüz kitap ya da yazı türlerinden bile genel kültüre dair bir çok bilgiyi almış oluruz.

Sınavlara hazırlanan öğrenciler, özellikle da üniversite için sınava hazırlanan öğrenciler TYT için sınırlı süre ve uzun sorulara sahip oluyorlar. Soruları ne kadar hızlı okuyup hızlı algılarlarsa o kadar öne geçmiş, süre arttırmış olurlar. Bu hızlı okuma ve okuduğunu anlama anlamında yapılacak en en önemli pratik kesinlikle okuma alışkanlığıdır.

Bu yazıyı sonuna kadar okuduysan hadi kalk ve yarım bıraktığın kitabı ya da okumadığın bir kitabı al ve hatta bir de kahve koy kendine ve okumaya başla..

Emin ol iyi gelecek.